Özgün Adı: Brief Einer Unbekannten
Yazarı: Stefan Zweig
Türü: Dram, Aşk, Klasik
Goodreads Puanı: 4,18
Sayfa Sayısı: 62
Yayınevi: İş Bankası Kültür Yayınları
Basım Yılı: Zweig, 1922
İş Bankası, 2012
Çevirmen: Ahmet Cemal
Arka Kapak Yazısı:
Stefan Zweig Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu (Brief einer Unbekannten) adlı uzun öyküsünü 1920'li yılların ilk yarısında kaleme aldı. Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu'nun kadın kahramanını sadece uzun bir mektubun yazarı olarak tanıyoruz. Kadının hayatı boyunca sevmiş olduğu erkek için kaleme aldığı bu mektubun "gönderen"inin adı yoktur. Mektubun başında tek bir hitap vardır: "Sana, beni asla tanımamış olan sana". Kadın büyük tutkusunu hep bir "bilinmeyen" olarak, yani tek başına yaşamaya razıdır, bu aşk öyküsünde "taraflar" değil, sadece tek bir "taraf" vardır. Böylesine, gerçek anlamda aşk denilebilir mi? Zweig okurunu, bir kez daha, insan psikolojisinde eşine pek rastlanmayan bir yolculuğa davet ediyor. Bu yeni yolculuğun sonunda "mutlak aşk" kavramının şimdiye kadar bilinmeyen kıyılarına varmayı amaçlamış olması da bir ihtimal!
Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu, Satranç ve Korku'dan sonra okuduğum üçüncü Zweig kitabı oldu. Satranç'ta yazara hayran olmuş ve külliyatını edinip okumayı kafama koymuştum. Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu da yazara hayranlığımı körükleyen kitaplarından oldu.
Kitap bir mektuptan oluşuyor. Kim olduğu bilinmeyen bir adam bir gün kendisine gelen ve "Sana, beni hiç tanımamış olan sana" diye başlayan bir mektubu eline alıyor. Biz de onun omzunun üstünden eğilip okur gibi satırlara dalıyoruz. Mektup kim olduğu bilinmeyen bir kadının hayatı boyunca duyduğu aşkı anlatırken büyük bir itirafı, tutkuyu, acıyı, hayatı da anlatıyor aslında. Bu öyle bir aşk ki, kadının çocukluğundan başlayarak ölümüne kadar süren, onu esir alan, başka bir erkeği sevmesini bırak bakmasına bile mani olan, yıllarca kimseye söyleyemeyip her şeyi kendi içinde yaşadığı, aşık olduğu adama yakın olmak uğruna gururunu bile önemsemeyen bir hiç kimse olmaya razı olduğu, insan üstü bir duygu. Ben okurken bu kadar yalın anlatılabilen ama bu kadar derin olan bir aşkın var olabileceğine inanamadım. Hatta aşk değil bu, başka bir şey, dedim kendi kendime. Bir insan bir insanı bu denli sevebilir mi diye sorgulayıp durdum.
Zweig, diğer kitaplarında olduğu gibi bu kitabında da yalın bir anlatımı tercih etmiş. Böyle derin bir aşk süslü bir dille anlatılsaydı şimdiki hali kadar etkileyici olamazdı bence. Az sözle çok şey anlatan, anlatabilen Zweig'e bu noktada hayranlığım bir kat daha arttı. Bu anlatım iyi ve temiz bir çeviriyle de birleşince kitap bir solukta aktı gitti.
Kitabın konu edindiği aşk, şimdiye kadar okuduğum aşk hikayelerinin kesinlikle en çarpıcı olanlarından biriydi. Bir insanın böyle bir sevgiyi, tutkuyu, bağlılığı hissetmesi müthiş bir şeydi. Aşkın acı ama güzel denilen yanının en iyi anlatımıydı belki. Ancak bu güzellik yanında fazlasıyla ürkütücüydü de. Ben böyle bir aşkın seven tarafı da, sevilen tarafı da olmak istemezdim. Okurken çok güzeldi, çok etkileyiciydi ama böyle bir duygu durumunu yaşamanın verdiği çaresizliği, acıyı, tükenmişliği tahmin etmeme imkan yok. Bu nedenle korkuttu beni, telaşlandırdı, sorgulattı. Böyle bir hissin var olabileceğine inanmak istemedim.
Tüm bunların yanında, okuduğum için asla pişman olmadığım bir kitap oldu Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu. Normalde okumaktan çok hoşlanmadığım aşk hikayelerine yeni bir bakış açısı, yeni bir soluk getirdi benim için. Mutlaka okunmalı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder