Aylak Adam / Yusuf Atılgan

21 Ekim 2015 Çarşamba

Kitabın Adı: Aylak Adam
Yazarı: Yusuf Atılgan
Türü: Roman, Türk Edebiyatı
Goodreads Puanı: 4,38
Sayfa Sayısı: 155
Yayınevi: Yapı Kredi Yayınları
Basım Yılı: 1959

Arka Kapak Yazısı:
Her şeye "karşı" duran, "karşı" çıkan, "karşı" olan bir adam... Aylak Adam... Bir adı bile yok. "C." diyor Yusuf Atılgan kısaca.
İnsan her şeye bunca "karşı"yken kendine de "karşı" olmadan nasıl sürdürülebiler bir "karşı" yaşamı?
C., sıradanlığa, tekdüzeliğe, alışılmışın kolaycılığına hiç mi hiç katlanamıyor. Hem farklıyı, hem doğru olanı arıyor. Çabasının boşuna olduğunun da farkında üstelik.
Zor bir karakter, zor bir yaşam, yalın bir roman.
Bu kitap için ne diyebilirim, bilemiyorum... Çok sevdiğim kitaplar hakkında yorum yapmak benim için her zaman zor olmuştur; ama Aylak Adam söyleyecek bir şey bulamadığım kitaplardan. Türk Edebiyatı daha çok popüler kültürü takip eden okurlar için pek üstünde durulmayan bir tür bence ne yazık ki, en azından benim gözlemlerimden çıkardığım sonuç bu yönde. Ama o kapıyı bir kez araladığında öyle bir hazineyle karşılaşıyor ki insan... İşte Aylak Adam da bu çok değerli hazinenin çok değerli bir parçası benim gözümde. 
Kitap, yazarın bir isim bile vermediği, kısaca C. diyerek bahsettiği bir adamın hikayesi. Sadece C. diye anıldığını bile kitapta biraz ilerledikten sonra gördüğümüz bu adamın bir yılı, o bir yılda yaşadıkları mevsimlere bölünerek anlatılmış. Çalışmayan, bir işi olsun da istemeyen C. babasından kalan emlaklardan aldığı kiralarla geçinen ve bütün amacı, yaşama sebebi 'o'nu bulmak olan, her gününü sokaklarda 'o'nu arayarak geçiren, kendini de 'aylak' olarak tanımlayan farklı bir adam. Tam anlamıyla bir 'tutunamayan' yani. Tutunmak için de 'o'nu, yani seveceği, sevileceği, onun için yaratılmış olan kadını, kitaptaki adıyla B.'yi arıyor. Bulabiliyor mu, orası meçhul.
Tutunamayanların hikayelerini seviyorum. 'Farklı' olanların, 'karşı' olanların, 'yer edinemeyenler'in, 'anlaşılamayanlar'ın, onların toplum içinde yaşayabilmek, uyum sağlayabilmek için çektikleri zorlukların, kendi içinde yarattıkları dünyaların hikayelerini seviyorum. Bunlar seni öyle sarsıyor, öyle düşündürüyor, bakış açını öyle bir değiştirip birden bambaşka yerlere götürüyor ki afallıyorsun. Kendini buluyorsun, kendi içinde tehlikeli bir yolculuğa çıkıyorsun. Benim üstümdeki etkileri böyle en azından. Kendimi keşfediyorum, yalnız olmadığımı hissediyorum. O kadar ki Türk Edebiyatında Tutunamayanlar diye ayrı bir edebi tür falan olmalı bence. 
Aylak Adam, herkesin sevebileceği bir kitap değil. Anlamak için emek vermeniz gerekiyor, tüm ilginizi ona yöneltmeniz, dalıp da hiçbir cümleyi kaçırmamanız gerekiyor. Daha baştan anlaşılması zor bir anlatımı var ayrıca. Ben ilk sayfalarda kitabın içine girebilmek, yazarın farklı anlatım tarzına alışabilmek için biraz zorlandım açıkçası. Ama devam ettikçe görünüşte kısacık olan 155 sayfanın derinliğinde kayboldum. Keşke hiç bitmeseydi, çok güzeldi diyerek kapattım arka kapağını. Hani yollardan evlerin ön bahçeleri görünür sadece, dışarıdan geçen herkesin gözü önündedir; ama görünmeyen, ev sahibine özel bir de arka bahçeleri olur bu evlerin. İşte bu kitap hayatımın her döneminde dönüp tekrar tekrar okuyacağım, damağımda Sabahattin Ali tadı bırakan arka bahçe kitaplarımdan oldu benim. Eğer okumadıysanız çok komik bir rakama satın alabileceğiniz bu başyapıtı sakın ama sakın kaçırmayın derim.


Kitaptan Alıntılar

"Anahtarı kilide soktu. Birden kendi kapısını kapamadığı aklına geldi. Hırsız girse bile kitapları çalmazdı. Ötekiler umurunda değildi."

"Nasıl kolayca söyleyiveriyor bunu. Sevmek! Kelimelere herkes kendine göre bir anlam, bir değer veriyor galiba. Bu değerler aynı olmadıkça iki kişi iki ayrı dil konuşuyorlarmış gibi olmuyor mu?"

"İnsanları yalan söylerken dinlemeyi severim. Olmak istedikleri, ama olamadıkları 'kişi'yi anlatırlar."

"Yoksa her şey ben olmadığım zaman, benim olmadığım yerlerde mi oluyordu?"

"Temmuz 23'ün yanına yalnız iki kelime yazılmıştı: "Onu seviyorum." Yalan! Beni sevseydin o günün 23 Temmuz olduğunu bilmezdin."

"İnsanlar haksızken daha çok bağırırlar."

"Güçtü, ama yılmıyordu. Bir cümle üstünde saatlerce durmak vardı: Kafasına yürüyenlerden birini seçmenin sorumluluğu vardı. Kelimelerin yetersizliğini öğreniyordu."

"Alışmaktan korkuyordu. Böyle giderse bu masa sevgililerin kutsal yeri olacaktı. Bir yerleri olması kötüydü. Sonra insan kendinin değil, o yerin isteğine uygun yaşamaya başlardı."

"Hep böyleydi. Bir şey en gerektiği anda olmazdı."

"Normal insanlardan korkarım ben."

"Başkalarından ayrıldı mı neden böyle seviniyor?"

"Dünyada hepimiz sallantılı, korkuluksuz bir köprüde yürür gibiyiz. Tutunacak bir şey olmadı mı insan yuvarlanır. Tramvaylardaki tutamak gibi. Uzanır tutunurlar. Kimi zenginliğine tutunur; kimi özgürlüğüne; kimi işine, sanatına. Çocuklarına tutunanlar vardır. Herkes kendi tutamağının en iyi, en yüksek olduğuna inanır. Gülünçlüğünü fark etmez. ... Ben, toplumdaki değerlerin iki yüzlülüğünü, sahteliğini, gülünçlüğünü göreli beri, gülünç olmayan tek tutamağı arıyorum: Gerçek sevgiyi! Bir kadın. Birbirimize yeteceğimiz, benimle birlik düşünen, duyan, seven bir kadın!"




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

 
FREE BLOGGER TEMPLATE BY DESIGNER BLOGS