Bu akşam ne yorumlasam, hangi kitabı seçsem diye kitaplığıma bakarken diğer beyaz kardeşlerinin yanından göz kırptı 'Koku' bana. Hemen elime alıp saman kağıdına basılmış sayfalarını araladım, kokladım. İkinci el kitap merakım yüzünden bu da eski kategorisine girebilecek kitaplarımdan, 1987 basımı. Kapağı da günümüzdeki kapaktan farklı doğal olarak. Ama onu daha da değerli kılan da bu özellikleri bence.
Okuduğum en ilginç kitaplar arasında yer aldı her zaman Koku. Okuyalı, filmini izleyeli uzun zaman oldu; hatta ayrıntılarını hatırlamak için biraz karıştırmam gerekti ama kitabı okurken sayfaları nasıl heyecanla çevirdiğimi, biraz tiksinti biraz da hayranlık duyarak nasıl bir çırpıda okuyup bitirdiğimi çok net hatırlıyorum. Fantastik ve bilim kurgu eserler genelde tercih ettiğim ve çok uzun zamandır okuduğum tür kitaplardır, o nedenle başka sınıf kitaplarda diğer insanlara fazla ütopik gelen, 'hadi canım, daha neler' diye tepki verdikleri yerleri ben hiç istifimi bozmadan, sanki çok olağan, günlük bir kitap okuyormuşum gibi okurum, bitirince de 'bu muydu ilginç dediğiniz kitap' diye burun kıvırırım. Ama koku bana bu konuda ağzımın payını vermişti. Konusu öyle olma ihtimali varmış gibi anlatılmış -hatta acaba böyle biri var mıdır gerçekten diye uzun zaman düşünmüştüm- ve katilin ruh hali öyle insani yansıtılmış ki kurgu bir kitap olduğunu unutuveriyorsunuz. Betimlemeler konusunda da tam not verdiğim yegane kitaplardan kendisi. Sayfalarca süren, gereksiz, yazılmış olmak için yazılan sıkıcı betimlemelerin olduğu kitaplardansa az ve öz kelime kullanılarak, en yalın ama en etkileyici şekilde yazılan betimlemelerin olduğu kitapları okumayı seviyorsanız eminim siz de benim gibi düşüneceksiniz :)
18.yüzyıl Fransa'sında, Paris'te kirli bir balık pazarında bir tezgah altında doğurulan ve doğar doğmaz annesi tarafından öldürülecekken ağlayan ve sesinin duyulmasıyla kendini kurtaran talihsiz bir bebeğin hikayesi anlatılıyor kitapta. İşte bu bebek, yani Grenouille kokulara karşı inanılmaz bir hassasiyete ve her şeyi ama her şeyi koklayabilen bir buruna sahip. Biz normal insanların kokusunu alamadığımız, hatta kokusunun olduğunu bile bilmediğimiz şeylerin kokusunu alabilmekten bahsediyorum; cam, kum, su gibi şeylerin. Ve bu burun öyle bir burun ki; Grenouille büyüdükçe burnuyla görmeye, işitmeye ve dokunmaya başlıyor. Bu yeteneğini kullanabilmek için bir parfümcünün yanına çırak olarak giriyor ve bu işe dair hiçbir ölçü, kural, işlem bilmeden tamamen burnunun kontrolünde hazırladığı parfümlerle kısa zamanda en büyük parfüm üreticisi oluveriyor. Ancak Grenouille bir gün kendi kokusunun olmadığını, diğer insanlar gibi ten kokusuna sahip olmadığını ve bu nedenle başkalarının onu hiçbir zaman fark etmediğini fark ediyor aniden. Ve bu onun en büyük yıkımı ve her şeyin, hikayenin karanlık kısmının başladığı yer oluyor. Ten kokularının başını döndürdüğü, özel kokulara sahip genç kızları buluyor, onları öldürüyor ve kokularına sahip olabilmek için bedenlerini damıtıyor; kokularını yani özlerini küçük cam şişelerde biriktiriyor ve böylece kendine dünyanın belki de en özel koleksiyonunu yapıyor.
Kitabın en ilginç kısmı ise -bence- buradan sonra başlıyor, hele ki sonu en çarpıcı sonlar arasında ilk sıralarda olsa gerek. Kitabı okumamış olanları da düşünerek gerisini yazmıyorum; belki konu ilginizi çekmiştir ve ben en heyecanlı yerinde yazmayı bırakıp sizi sinir etmişimdir :) eğer öyle olduysa -ki umarım olmuştur- bunu okuduktan sonra hemen koşa koşa bir kitapçıya gidin ve raftan bir 'Koku' kapın, okumaya başlayın. Pişman olmayacaksınız :)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder