Özgün Adı: Nineteen
Eighty-Four
Yazarı: George
Orwell
Türü: Distopya,
Sosyal Bilimkurgu, Politik Kurgu
Goodreads Puanı: 4,10
Sayfa Sayısı: 350
Yayınevi: Can
Yayınları
Basım Yılı: George
Orwell, 1949
Can
Yayınları, 1984
Çevirmen: Celal
Üster
Arka Kapak Yazısı:
Parti'nin dünya görüşü, onu hiç anlayamayan insanlara çok daha kolay dayatılıyordu. (...) Her şeyi yutuyorlar ve hiçbir zarar görmüyorlardı çünkü tıpkı bir mısır tanesinin bir kuşun bedeninden sindirilmeden geçip gitmesi gibi, yuttuklarından geriye bir şey kalmıyordu.
George Orwell'in kült kitabı Bin Dokuz Yüz Seksen Dört, yazarın geleceğe ilişkin bir kâbus senaryosudur. Bireyselliğin yok edildiği, zihnin kontrol altına alındığı, insanların makineleşmiş kitlelere dönüştürüldüğü totaliter bir dünya düzeni, romanda inanılmaz bir hayal gücüyle, en ince ayrıntısına kadar kurgulanmıştır. Geçmişte ve günümüzde dünya sahnesinde tezgâhlanan oyunlar düşünüldüğünde, ütopik olduğu kadar gerçekçi bir romandır Bin Dokuz Yüz Seksen Dört. Güncelliğini hiçbir zaman yitirmeyen bir başyapıttır; yalnızca yarına değil, bugüne de ilişkin bir uyarı çığlığıdır.
Can Yayınları, bu "bütün zamanların kitabını" Celâl Üster'in özenli çevirisiyle okura sunmaktan kıvanç duyuyor.(Tanıtım Bülteninden)
Aah ah, bu kitabı bunca yıldır
kitaplığımda bekletip okumadığım için kendimi tekmelemem falan gerekiyor
herhalde :(( Distopyaya tek kelimeyle BAYILIYORUM. Fantastik kurgudan sonra
okumayı en çok sevdiğim tür diyebilirim rahatlıkla.
Daha önce distopya yapıtaşları olan Cesur Yeni Dünya’yı ve Fanrenheit 451’i okumuştum. Fanrenheit 451 hoşuma gitse de Cesur Yeni Dünya’nın dili pek bana hitap etmemişti, kurgu haricinde pek sevmemiştim. Ondan sonra üstümde oluşan kötü etkiyle 1984’ü kitaplığıma terk etmiş, onu orada boynu bükük bırakmıştım :( Zamanla modern distopya diyebileceğimiz kitapları okudukça türe ısındım ve uzaktan uzaktan kitaba bakmaya başladım, ama şimdiye kadar okumaya fırsatım olmadı. Kitabı yoğun bir dönemden geçtiğim şu sıralar yaz okuma şenliğinin yasaklanmış kitap kategorisi için elime aldım ve yoğunluk falan dinlemeyip birkaç gün içinde bitirdim.
Daha önce distopya yapıtaşları olan Cesur Yeni Dünya’yı ve Fanrenheit 451’i okumuştum. Fanrenheit 451 hoşuma gitse de Cesur Yeni Dünya’nın dili pek bana hitap etmemişti, kurgu haricinde pek sevmemiştim. Ondan sonra üstümde oluşan kötü etkiyle 1984’ü kitaplığıma terk etmiş, onu orada boynu bükük bırakmıştım :( Zamanla modern distopya diyebileceğimiz kitapları okudukça türe ısındım ve uzaktan uzaktan kitaba bakmaya başladım, ama şimdiye kadar okumaya fırsatım olmadı. Kitabı yoğun bir dönemden geçtiğim şu sıralar yaz okuma şenliğinin yasaklanmış kitap kategorisi için elime aldım ve yoğunluk falan dinlemeyip birkaç gün içinde bitirdim.
Kitap 1984 yılında geçiyor. Bu
yıl da yazıldığı tarihten 35 yıl sonrasını anlattığı için distopya sayılıyor. Okyanusya,
Avrasya ve Doğuasya denilen üç süper devlet sürekli birbiriyle savaş halinde.
Ana karakterimiz olan Winston Smith Okyanusya yurttaşı olan bir Parti çalışanı.
Parti tek başına iktidarda ve baskıcı, kısıtlayıcı, yasakçı ve yobaz bir
yönetim uygulamakta. İnsanlar sürekli tele-ekran denilen aygıtlarla gözleniyor,
düşünce suçu işledikleri düşünülenler tutuklanıp ‘buharlaştırılıyor’ yani hiç
var olmamışlar gibi tarihten siliniyor, geçmiş Partinin o anki durumuna,
çıkarına, isteğine göre sürekli değiştiriliyor, cinsellikten zevk almak
engellenmek isteniyor, çiftlerin evlenmesinin ve çocuk yapmasının tek amacının
Partiye iyi hizmet edecek çocuklar vermek olduğu fikri savunuluyor, kullanılan
dil sürekli değiştirilip daha sade, daha kelime dağarcığı azalmış bir
Yenisöylem oluşturuluyor, proleterlerin (aşağı halk sınıfı denilen insanlar)
oturdukları yerlerde sürekli bombalar atılıyor, yiyecek içecek sıkıntısı
çekiliyor, insanlar aşağılanıyor, işkence görüyor… Bunların yani Partinin
başında olan isimse Büyük Birader (Big Brother). Büyük Birader’in posterleri,
afişleri her yerde büyük büyük, boy boy asılmış olarak bulunuyor. Özgürlük,
yaşam diye bir şey kalmamış. Her şeye Parti karar veriyor, Parti ne derse o
oluyor.
Winston Smith içten içe Partinin
bir inanmayanı, karşı olanı, sevmeyeni. Ama bunu tabi ki kimseyle paylaşamıyor,
kendi kendine bile söyleyemiyor çünkü her dakika izleniyor, kontrol ediliyor.
Tüm halk bu vaziyette. Bir zaman sonra Winston ve Julia adındaki genç bir kadın
birbirlerine aşık oluyorlar. Julia da bir Parti karşıtı. Sürekli birbirleriyle
konuşup, Partiye karşı olan fikirlerini paylaşıyorlar ve zaman içinde Parti
karşıtı gizli bir örgüt olduğu bilinen, ama hiç kimsenin gerçekten var olup
olmadığını bilmediği Kardeşlik’e katılmaya karar veriyorlar. Ondan sonra da
olaylar tepetaklak oluyor.
Kitap beni gerçekten sarstı,
düşündürdü, üstümde karamsar bir etki bıraktı çünkü şimdiye kadar okuduğum
distopyaların belki de en gerçekçisi, en olabilecek olanı buydu. Kitapta
okuduğum gelecek bana hiç de ‘sadece kurgu’ gibi gelmedi. Ustalıkla öykünün
içine işlenmiş, okuyucuyu hiç sıkmadan anlatılmış felsefi düşünceler aslında
insanın öyle basit, öyle olağan hakkı olan şeylerdi ki, bunların bu şekilde
elden alınabilecek olması düşüncesi bile tüylerimi ürpertti. Yazarın anlatımı
gerçekten muhteşemdi. Bazı yerlerde öyle gerçekçi bir hal aldı ki (özellikle
işkence bölümlerinde), anlatılan görüntü kusursuz biçimde zihnimde canlandı ve
midemi bulandırdı, müthiş rahatsız etti. Bu da hiç kuşkusuz yazarın işini iyi
yaptığının bir göstergesiydi. Daha ne diyebilirim bilemiyorum, kitap çok
güzeldi. Ben o kadar sevdim ki, üstünden biraz zaman geçsin, kesinlikle
tekrardan açar, okurum. Beş senede bir okunması gereken kitaplar vardır derler
ya, bu kitap kesinlikle onlardan. Sakın kaçırmayın bu insanlık karabasanını.
Okuyun, okutturun.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder